30 Nisan 2017 Pazar

Tutunamayanlar

Türk edebiyatının en iyi yazılmış eserlerinden biridir Tutunamayanlar. Alışılmış üslubun dışında, yer yer kasvetli, okuyucuyu kızdıran, sevdiren ama bir o kadar da bağlılık yapan, bizi, insanlığı kısaca hayatı anlatan bir roman… Unutulmaz karakterler, Selim Işık, Turgut Özben, Süleyman Kargı, Metin, Esat ve diğerleri… Her biri bir roman karakteri belki… Okuyunca hayattan koparan bir yerlerde Selim var mı, Turgut ben miyim diye düşüncelere daldıran bir metin. Kısacası hayata tutunamayan, gidişatı kabul etmeyen, inkarın ve isyanın romanı.
Aslında bu kitap bir karakter romanı, çok fazla olay örgüsü yok. Oğuz Atay’ı ve eserlerini anlamak için öncelikle karakterleri iyi özümsemek ve iç dünyasını anlamak gerekmektedir. Roman bir trende başlar. Turgut trende tanıştığı bir gazeteciye bir mektupla yazdığı notları gönderir. Mektupta gazetecinin bu ‘eser’i yayınlamayı düşünürse ilgili kimselerle görüşmesini ve onların onayını aldıktan sonra harekete geçmesini ister. Böylece romanımız başlar.
Tutunamayanlar'ın başlıca kahramanları Selim Işık, Turgut Özben, Süleyman Kargı, Metin Kutbay, Nermin Özben, Günseli Ediz'dir. Düşünceleri ve sözü en çok edilen kahraman Selim Işık olsa da olay örgüsü Turgut Özben üzerinden anlatılmaktadır. Evli ve iki çocuk sahibidir. Kahramanlarını “tutunan” ve “tutunamayan” olarak sınıflandırdığımız romanın, her iki kavramın arasında kalan bir karakterdir. Mühendistir ve rahat bir hayatı vardır. Selim’in intiharından sonra, bir dönüşüm sürecine girecek kendi benliğini sorgulamaya başlayacak ve “özben” soyadını alacaktır. 1933 doğumlu ve çocukluğu İkinci Dünya Savaşı’nda geçmiş biridir. Aydınlanmaya üniversite yıllarında başlar ve en çok örnek aldığı kişi ise Selim’dir. Onun gibi çok okumaya özenip okunmadığı birçok kitap almıştır. Fakat iş hayatına atılıp evlenince birincil amacı para kazanıp rahat bir hayat sürmek olmuştur. Fakat Selim’in intiharı onu altüst eder ve arkadaşının hayatını araştırarak bir nevi benliğini bulmaya çalışacaktır. Ki intiharı bir gazete haberinden öğrenir ve çok sarsılır. Öncelikle Metin ve Esat’la konuşur. Metin Zeliha adlı bir kızdan bahseder. Eski sevgilisidir. Selim’in bu kızı Metin’e yakıştırmadığını söyler. Beraber bir tiyatro gurubunda rol aldıklarından bahseder. Metin kızı bırakınca Selim’in ona aşık olduğunu söyler. Fakat kız sonunda başkasıyla evlenmiştir. Esat ise Selim’in okuma tutkusundan ve Oscar Wilde’a olan hayranlığından bahseder. Sonra devreye Süleyman Kargı girer. Süleyman Turgut’a Selim’in şarkı diye yazdığı 600 mısralık bir şiir verir. Bu satırlardan Selim’in düşünen ve sorgulayan ama mutsuz bir insan olduğu anlaşılmaktadır.
Turgut’la tanışmak isteyen, kendini Selim’in arkadaşı olduğunu söyleyen bir kadın gelir. Adı Günseli’dir. Günseli Selim’le nasıl tanıştıklarını, aralarındaki ilişkiyi anlatır. Anlattıklarıyla Selim’in tutunamayan karakteri daha çok ortaya çıkar. Bunları duydukça Turgut, ben o zamanlar neredeydim neden Selim’i anlamadım diye hayıflanmaya başlar. Turgut sonra Selim’in günlüğünü bulur. Günlüğü okudukça Selim’i intihara sürükleyen sebepler bir bir ortaya çıkmaya başlar. Selim’in son zamanlarında “Türk Tutunamayanları Ansiklopedisi” hazırladığı anlaşılır. Hüsnü Ergeç, Ahmet Çekingen, Nazmiye Erdoğdu yazdığı bazı ‘tutunamayan’ karakterlerdir. Turgut bu ansiklopediyle sonuca ulaşır. Selim toplum tarafından kabul edilmeyen, farklı bir kişiliktir. Selim’in de tabir ettiği gibi bir tutunamayandır. Böylece Turgut kendisinin de bir tutunamayan olduğuna karar verir. Sonunda da trende tanıştığı birine yazdıklarını verir ve ortadan kaybolur.
Tutunamayanlar’ın unutulmazlarından, Turgut’un kendi iç benliğini anlattığı Olric diye bir karakteri vardır. Toplumdan uzaklaşıp kendi iç sesini dinlemeye başladığında hep Olric’e başvurur. Olric devamlı ‘efendimiz’ diye hitap eder Turgut’a. Romanın sonunda ise Turgut sadece Olric’le yaşamaya karar verir ve hayattan çıkıp gider.
Tutunamayanlar, anlatım şekli olarak bir devrim niteliğindedir. Türk romanına çağdaş bir görünüm kazandıran ilk eserlerdendir. Bu roman, kişinin benliğini bulma ve sorgulatma kitabıdır. Zekice kurgulanmış eserlerin en güzelidir. İçimizdeki Olric’lere ses vererek kendimizi bulup benliğimizi kabul etmek dileğiyle..

Sol Ayağım

Christy Brown Dublin'li bir ailenin beyin felci ile doğan çocuğudur. Doktorlar zihinsel özürlü olduğundan fazla yaşayamacağını düşünse de annesi Christy ile hiç bıkmadan usanmadan ilgilenmeye devam etmiş ve onun farklı bir çocuk olduğunu anlamıştır. Annesinin bu tüm çabaları bir gün sonuç vermiş ve Christy sol ayağını kullanabilmeyi başarmıştır. Bir akşam kardeşi Mona'nın kalemini sol ayağıyla alarak karalama yapması tüm aile halkında şok yaratmış ve çokta mutlu etmiştir. Bununla birlikte annesi Christy'e tüm alfabeyi öğretir ve Christy 'nin yazdığı ilk kelime "anne" olmuştur.
Christy 'nin bir arabası vardı .Bununla hep dışarı çıkarak kardeşleri ve arkadaşlarıyla vakit geçirirdi. Bir gün arabası kırılır ve Christy artık dışarı çıkamaz, dışarı çıkıp oyun oynayanları evden izlemek zorunda kalır. Christy bir gün kendini aynada görür ve görüntüsü hiç hoşuna gitmez sürekli düşünmeye başlar. Sonunda kendinden nefret eder bir duruma gelir. İnsanların ona bakışlarının artık farkındadır.
Christy, 12 yaşına geldiğinde annesi yeniden doğum yapmıştır. Bu süre içerisinde Christy'e bakmaya bir kız gelir. Bu kız Christy'nin ilk aşkıdır. Bu dönemde Christy için resim yapmak en büyük eğlence haline gelmiştir. Christy 15 yaşına geldiğinde ise mahallede ki komşularından Jenny isimli kıza aşık olur. Tabi bu imkansız bir aşktır çünkü Jenny, Christy ile ilgilenmemektedir. Christy bunun dış görünüşünden dolayı olduğunu düşünür.
Zamanla iyice içine kapanan Christy resim yapmayı da bırakır. Bir gün ailesi Christy'i zar zor toplayarak biriktirdiği paralarla Fransa'ya gönderir. Burda ki çocuklar da Christy gibidir. Bu seyahatte Christy'nin güveni yeniden yerine gelir ve eve döndüğünde artık eski Christy'dir.
Bir gün evlerine bir doktor gelir ve Christy'nin sol ayağını kullabilmesinden çok etkilendiğini söyler. Christy'ye fizik tedavi uygulamak ister ve tedavi başlar. Tedavi süresinde Christy'nin homurdanma şeklindeki sesleri de artık konuşmaya döner. Bir gün kardeşi ödevini yaparken yazma konusunda çok zorlandığını Christy görür ve kareşine yardımcı olmak ister. Artık Christy söyleyecek kardeşi yazacaktır. Böylece Christy kendi kitabını yazmaya karar verir ve doktorundan da yardım alarak kendi kitabını yazmaya başlar.
Doktoru, beyinsel özürlüler ile alakalı bir seminer olacağını ve bu seminerde Christy'nin kendi kitabını okumasını ister. Christy bu teklifi kabul eder. Ailesi yerlerinde Christy ise sahnededir. O gece hem ailesi hem tüm seyirciler Christy ile gurur duyar ve onu ayakta alkışlarlar.

29 Nisan 2017 Cumartesi

Bir Gün

15 Temmuz 1988’den bir gün önce Emma ve Dexter mezun olmuşlardır ve mezuniyeti her öğrenci gibi kutlarlar. Gece yarısı olduğunda ilk kez birbirlerini fark ederler ve geceyi birlikte geçirmek için Emma’nın dairesine giderler. İkisi de birlikte olmaya kararlıdır fakat önce Emma’nın bitmek bilmeyen hazırlığı ve daha sonra güneşin doğması ile Dexter’ın isteksizliği eklenince birlikte olmak yerine arkadaş gibi birbirlerine sarılarak uyumayı tercih ederler. Ve böylece kalıcı dostlukları başlar.
Dexter ünlü olmayı kafasına koymuştur ve zaten zengin bir ailenin tek çocuğudur. Bunun verdiği rahatlık ile önüne gelen her kıza asılır ve onlar yatar. Kariyerinde de çıkışa geçer ve bir gece yarısı programının sunuculuğunu yapar. Böylece hayalini kurduğu ünlü olma macerası başlamıştır.
Emma ise umduğunu bulamaz ve bir Meksika restoranında garsonluk yapar. Umutlarını tamamen kaybetmiştir fakat tek dostu Dexter ile arada dertleşerek hayatına devam eder.
Yıllar geçtikçe Dexter’ın kariyeri ve hayatı kötüye gider ve ona tek destek Emma olur. Emma’nın da aşk macerası pek iyi gitmez. Dexter’ın aşk hayatı ve işi nedeni ile Emma’yı küçük görmesi, dahası uyuşturucuya başlaması ve artık Emma’yı hiç dinlememesi Emma’yı çıldırtır ve Emma dostluğunu bitirir.
Dexter’in kariyeri dibe vurur ve bir kız ile evlenir ve baba olur. Fakat karısı onu Dexter’ın bir zamanlar hor gördüğü sınıf arkadaşı olan fakat şimdi milyoner bir iş adamı olan arkadaşı ile aldatır. Emma ise sonunda kitabını yazmıştır ve ünlü bir yazar olur.
Dexter artık Emma ile birlikte olmak için onun yanına gider ama Emma’nın sevgilisi vardır. Bunun üzerine Dexter geri dönecekken Emma her şeyden vazgeçer ve Dexter’a koşar. Sonunda yıllar sonra aşkları başlar fakat pek uzun sürmez. Hayat onlara yine bir 15 Temmuz gibi kötü bir sürpriz yapar.
0

Bin Muhteşem Güneş


Khaled Hossaini 4 Mart 1965 yılında Afganistan'da dünyaya gelmiştir. Tacik asıllı Hossaini roman yazarı ve doktordur. İlk romanı "Uçurtma Avcısı" 2003 yılında basılmıştır. Büyük bir beğeni toplayan roman birçoğu ülkede çok satanlar listesine girmiştir. Hossaini' in diğer romanları sırasıyla 2007 yılında çıkardığı "Bin Muhteşem Güneş" , 2013 yılında çıkardığı "Ve Dağlar Yankılandı" isimli eserleridir.
Meryem dünyaya en talihsiz şekilde gözlerini açan çocuklardan birisidir. Evlilik dışı bir ilişki sonucunda doğmuştur. Babası onları istememiş ve annesi Nana ile bir kulübede. Yaşamaktadırlar. Bir gün Meryem babasını ziyaret etme kararı alır ve onun yanına gider. Babası ise onu istemez ve geri gönderir. Meryem eve döndüğünde psikolojik sorunları olan annesinin kendisini astığını görür. Bunun üzerine babası ile birlikte kalmak zorunda kalır. Babası hemen Meryem'i göndermeyi aklına koyar. Meryem'i Raşit isimli orta yaşlı bir adamla evlendirir. İstemeyerek evlenen Meryem'i çok fazla acılar beklemektedir. Meryem Raşit’in çocuğunu düşürünce Raşit ona kötü davranmaya başlar. Meryem kötü bir hayat sürer. Artık yaşlanmıştır ve düşürdüğü çocuk yüzünden hep suçlanır. Leyla ise Meryem'in komşusudur. Afganistan'daki savaşta ailesini kaybeder ve Meryem'in evinde kalmaya başlar. İki kadının kaderi bu andan itibaren kesişmeye başlar. Leyla'ya göz diken Raşit bir kolayını bularak planını devreye sokar. Genç bir kadını daha fazla evinde tutamayacağını söyleyerek onunla evlenmek ister.
Leyla ise Tarık isimli bir gence aşıktır. Raşit Tarık'ın öldüğünü söyleyerek Leyla ile evlenir. Leyla Tarık'tan hamiledir ve bunu gizleyerek Raşit ile evlenir. Leyla genç bir kız olduğu için Raşit onun cazibesine aldanarak Meryem'den daha fazla değer gösterir. Meryem ile Leyla ise gün geçtikçe çok iyi anlaşmaya başlar. Ana kız gibi olurlar. Leyla'nın Tarık'tan Azize isimli bir kızı olur ve bunu Raşit'ten saklar. Daha sonra Raşit'ten Zalmay isminde bir çocuğu olmuştur. Meryem, Azize doğduğundan beri ona çok yakınlık hisseder. Azize'de Meryem gibi yasak aşkın birlikteliğidir. Meryem bu nedenden dolayı Azize'ye yakın bir bağ duyar. Uzun bir aradan sonra Tarık ile karşılaşan Leyla gözlerine inanamaz ve Tarık'ı eve alarak ona her şeyi anlatır. Zalmay ise Raşit eve gelince annesinin eve bir erkek aldığını söyler. Bunu duyan Raşit deliye döner ve Leyla'yı öldüresiye dövmeye başlar. Bu olanlara dayanamayan Meryem kürek ile Raşit'i öldürür. Tarık ile Leyla'nın çocukları alarak kaçmasına yardım eder. Suçunu itiraf ettiğinde ise asılarak idam edilir. Leyla ise hayatı boyunca Meryem'i unutamaz ve ülkedeki savaş bitince Afganistan'a geri gelerek Meryem'e teşekkürlerini arz eder.
Aynı kadere sahip olmuş iki talihsiz kadının yaşam öyküsünü ele alan bu eserde özellikle Afganistan'da kadın olmanın zorluklarını göreceksiniz. Burka altındaki o gizemli dünyada sanki sizlerde yaşayacaksınız. Savaş her insanı derinden etkiler, çocuklar ölür, analar yavrusuz kalır, insanlar aç kalır ve bazıları da Leyla gibi talihsiz bir kadere mahkûm olur. Bana göre Leyla ile Tarık'ın aşkı çok sıradan ve güçsüzdü. İlişkileri daha sıkı olabilirdi. Konu yaşam ve aşk olunca kadere bu kadar kolay teslim olunmaması gerekirdi. Sırf kadın olduğu için Meryem'in zorla evlendirilmesi, tek başına sokağa çıkamaması ve kocası tarafından ezilmesi bize ülkedeki olmayan kadın haklarını gözümüze sokmuyor değil. Bu durum feminist ruhlu bireyleri rahatsız edebilir. Ancak dram sevenler için romanın mükemmel olduğunu söyleyebilirim. Romanın her zerresinde vurgulanan çaresizliğin hissi insanı son derece derinden etkiliyor. Kesinlikle her sayfanın devamını merak edeceğiniz, okurken gözlerinizin dolacağını ve nadir de olsa içten bir gülümseme oluşturabilecek güçte bir roman. Okunmasını herkese tavsiye ederim. Taliban'ın güçlü olduğu bölgelerde şeriat kuralları hükmünce Meryem'in adam öldürme suçundan idam edilme kararı beni en çok sarsan nokta oldu. Hayata gayrimeşru ve kadın olarak doğmanın bedelini ödeyen Meryem, benim en acıdığım karakterdir.

28 Nisan 2017 Cuma

Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un Fethi



Osmanlı'da saltanat sırası Sultan II. Murad'a gelmişti. O da kuşattı İstanbul'u, fakat Peygamber müjdesi şehir, Peygamber adaşını bekliyordu:
"Hz. Muhammed (sav) Peygamber'in müjdesini Sultan Mehmed gerçekleştirecekti."
Sultan II. Murad, ya bunu hissettiği ya da birileri (bazı kaynaklar Hacı Bayram-ı Veli olduğunu yazar) kulağına fısıldadığı için en verimli çağında tahtı terk etti. Bu görülmemiş derecede büyük fedakârlıkla müstakbel fatihin (oğlu Sultan II. Mehmed) önünü açtı. Ama kaderden henüz izin çıkmamıştı. II. Murad, bir süre sonra saltanat makamına dönmek zorunda kaldı. Yenmesi gerekeni yenip, alması gerekeni aldıktan sonra, her fani gibi o da "terk-i dünya" eyledi.
Şimdi sıra onundu…
Sünnet yolundan Peygamberinin müjdesine yürüyecek, "alınmaz"ı alıp "Fatih" olacaktı. Henüz yirmi yaşındaydı. Çocuktu, ama yüreğini inancıyla bütünleyerek atom çekirdeğine dönüştürmüştü. Ya alacak ya da ölecekti! Ölmedi, aldı.
Çünkü o, gemileri karadan yürütmeyi düşünecek kadar geniş ufukluydu...

Nutuk

"Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan yüksek bir davranışa lâyık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayacağını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de, bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki Türk'ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!..
Kurtuluş savaşının öyküsü.

Dokuza Kadar On


"Her insanın bir öyküsü vardır ama her insanın şiiri yoktur" demiştir Özdemir Asaf. Şiirlerinde sadece aşka dair değil, insanlık ve hayata dair de çok şey vardır .Bir şairin değil bir filozofun şiirlerini okur gibi hissettirir bana. Dilbilgisi kurallarında da kendine has bir kullanıma sahiptir .

Yalnızlık paylaşılmaz..
 Paylaşılsa yalnızlık olmaz.

Sevda Sözleri


Cemal Süreya, Cumhuriyet Dönemi şiirinin en özel "vitamin"iydi. Lirik, erotik, politik gür bir ırmak. Sevda Sözleri bu büyük ustanın bütün şiirlerini bir araya getiriyor. Öyle bir bütünlük ki bu, sıcak, tılsımlı ve ölümsüz...

22 Nisan 2017 Cumartesi

Koku

Patrick Süskind'in, Almanya'da ilk yayımlanışında tam anlamıyla olay yaratan, aylarca liste başlarında kalan 'Koku' adlı bu romanı, gerçekte alışılagelmiş çok satarların oldukça dışında kalan, tarihsel boyutlarda kapsamlı bir toplum eleştirisini sergileyen bir kitap. Olay, 18. yüzyıl Fransası'nda geçer; kitabın kahramanı Jean-Baptiste Grenouille ise tüm insani duyumlardan ve duygulardan yoksun, salt kokulara karşı görülmedik ölçüde duyarlı ve istediği kokuları üretebilmek için cinayet işlemekten kesinlikle çekinmeyen bir katildir. Herkesin ve her şeyin kokusunu almakta, tüm kokuları üretmekte gerçek bir dahi olan Grenouille, kendi kokusunun bulunmadığını, onun bulunduğu yerlerde insanların insan kokusunu alamadıklarını anladığı gün, dünyasını da yitirir. Kendisi için tek çıkar yol, başkalarına onun için sanki insanmış izlenimini verebilecek kokular sürünmektir. Toplum içinde bireyselliğini hiçbir zaman edinememiş toplum tekini, kendi benliğinin dışında her şeyi yaratabilmiş dahiyi sergileyen bu görkemli alegorinin olağanüstü bir akıcılıkla erişilen son bölümü, benzeri herhalde ancak bir Kafka'da görülebilecek bir insanlık trajedisinin simgesidir.

0

Tehlikeli Oyunlar


Kişinin kendiyle savaşmasını ve yenmesini, kendini dönüştürmesini hayati bir sorun olarak algılamaya çağıran, çarpıcı ve sarsıcı bir roman. Romanın baş kişisi Hikmet Benol, toplumdaki yoğun kargaşanın temelinde yatan gerçekliği araştırırken, gerçeklerle içtenlikle ilgilenmenin toplumu yönetenlerce tehlikeli görüldüğünü seziyor ve 'oyun oynuyormuş gibi' ilgilenmenin ve yaşamanın yollarını araştırıyor. Ve hem 'tehlikeli' hem de 'oyun'la dolu bir yolda gidebileceği son noktaya kadar ilerliyor...


Cehennem

Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon başından vurulmuş bir halde hastane odasında gözlerini açar. Ne buraya nasıl geldiğini ne de nasıl vurulduğunu hatırlamaktadır. Camdan gördüğü manzara karşısında altüst olan profesör, evinden binlerce kilometre uzakta, Floransa’da olduğunu anlar. Yaşadığı korkunç baş ağrısına eşlik eden tek şey; sürekli kâbuslarında gördüğü kan kırmızısı bir nehrin karşısından kendisine seslenen gümüş saçlı güzel bir kadın ve toprağa baş aşağı gömülü can çekişen bedenlerdir. Langdon gördüğü kâbusları anlamlandırmaya çalışırken kadın bir suikastçı tarafından takip edildiğini, kendine tedavi uygulayan doktorlardan biri gözlerinin önünde vurulunca anlar. Hastanede görevli diğer doktorlardan biri olan Sienna Brooks’un o ölüm kalım anında yardım etmesiyle hayatta kalır. Simgebilim profesörü kendini bir anda ipuçlarını Dante’nin cehenneminde bularak çözmesi gereken korkunç bir senaryonun içinde bulur. Floransa’nın tarih kokan dar sokaklarından Venedik’in muazzam bazilikalarına uzanan semboller zinciri Langdon’ı insanlık tarihini sonsuza dek değiştirebilecek bir mekâna sürükler. Burası üç imparatorluğun merkezi olmuş, insanlık tarihi kadar eski, dünyanın incisi İstanbul’dur. Ve bu şehirde ya insanlık tarihi baştan sona yeniden yazılacak ya da bunu yazacak hiç kimse kalmayacaktır... 
Diz çök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion’unda ve kulağını yere daya, dinle suyun şırıltısını.
Batık sarayın derinliklerine in, orada, karanlığın içinde bekler khtonik canavar kan kırmızısı sularına gömülmüştür lagünün ki yansıtmaz yıldızları...
Dan Brown, dünyanın birçok ülkesinde çok satanlar listesine giren; Kayıp Sembol, Melekler ve Şeytanlar, İhanet Noktası ve Dijital Kale gibi kitaplarının yanı sıra tüm zamanların en çok okunan romanlarından biri olan Da Vinci Şifresi’nin yazarıdır. New England’da eşi ile birlikte yaşamaktadır.


0

Yağmur Sonrası

II. Dünya Savaşının tam ortasında yaşanan yasak aşk ve işlenen korkunç bir cinayet...Umut tükenmiş gibi görünse de ikinci şans her zaman vardır... Ya yoksa?
Anne Calloway ne kadar çabalasa da yetmiş yıldır peşinden gelen anıları bir türlü aklından silemiyordur. Bora Bora Adasından adına gelen gizemli bir mektup ise adeta kapanan yarasını yeniden açar.
1942 yazında, II. Dünya Savaşının en hararetli zamanında Bora Bora Adasında görev almak için orduya hemşire olarak katılan Anne, genç, güzel ve nişanlı bir kadındır. Ancak orada hiç hesap etmediği bir durumla karşılaşır. Aşk… Kalbini tutkuyla dolduran, yakışıklı asker Westry Greene karşı koyamaz. Kısa sürede aşkları, adadaki amber çiçekleri gibi filizlenirken, sazdan çatısı olan bir bungalovun altında gizli bir dünyayı paylaşırlar. Ta ki bir gece tüyler ürperten bir cinayete şahit olana kadar... Savaş rüzgârıyla ayrı yerlere savrulan çift, bir daha asla bir araya gelemez. Peki Anne, onca sene sonra çıkagelen bu mektubun izinden gidip taşıdığı vicdan azabını sonlandırabilecek midir?
Ya siz, araya zaman, mekân, kişiler girse de gerçek aşkın peşinden gitmeye cesaret edebilir misiniz?
Mart Menekşeleri ile gönüllere taht kuran Sarah Jiodan muhteşem bir başyapıt... Yağmur Sonrası ile tutkunun zaman tanımayan öyküsünü okurken, gözyaşlarınıza hâkim olamayacaksınız.
"II. Dünya Savaşında Pasifikin tam ortasında kalan, yürek burkan muhteşem bir aşk hikâyesi."